3 Eylül 2012 Pazartesi


Bazı insanlar var hani, şımarık çocuklar gibi. Alırlar ellerine kalpleri, kurcalaya kurcalaya bozarlar. Sonra da gene aynı umursamaz tavırlarıyla çöp gibi kenara fırlatırlar o güzelim sevgiyi. Ne kalbi kalmıştır ne de beyni, sadece acı hisseder kişi. Sorgular “Her şarkıda, şiirde yere göğe sığrdıramadığın aşk illeti bu mu ey insanoğlu? Başkasının duygularının ırzına geçmek mi be ecdadını siktiğimin insanlığı!” diye. Literatürde “piç” diye nitelendirilir “o bazıları”, ben ise onlara “göt” demeyi tercih ediyorum çünkü daha samimi. Başkasının kalbini kırıp içindeki masumiyet ve tüm saflığın içine sıçmak… Bunun affedilesi hiçbir yanı yok. Tabi orospu çocuğu olmak moda olmuşsa ve herkes böyleyse orasını bilemem. Zaten o zaman ortada affedecek bir şey de yok demektir. “Götüm, götsün, göt!” kafası yani… 
Kafam karışık ey insanoğlu! Al bak gene “al gırrrrdın gırrdddıııııııınn!”

21 Ağustos 2012 Salı

***

       Gideceğim. Öyle bir gideceğim ki hiç kimse inanamayacak gittiğime. En çokta sen. Öyle bi şaşıracaksın ki, Kaf Dağı'nın tepelerindeki burnun şaşkınlıktan yerlere düşecek. Rakı ile peynir mükemmel ikilidir, ancak rakı peynirsiz de içilebilir. Ben sensiz de yaşarım. Hem öyle de güzel yaşarım ki. Döner döner saldırırsın bana hasetinden.

       Adı neydi unuttum. Bir oyuncak vardı, annem küçükken pazara gittiğimizde bana almamıştı. Çok ağlamıştım. Hani böyle ipe bağlı top gibi bir şey var yuvarlak, ipi parmağına takıyorsun, sen aşağı salladıkça o yukarı sana geri geliyor. Hatırladın mı? Sende varmış küçükken, bana anlatmıştın bir ara hani sahilde otururken. Çok severmişsin o oyuncağı. Oradan alıştın herhalde böyle, küçükken de onunla besleyip büyüttün egonu. Ben oyuncak değilim koçum, giderim ve dönmem. 

       Sen ayrılırken bana bir sürü şey söyleyeceksin. Azıcık kendini suçlayacaksın ama hesabın çoğunu bana kitleyeceksin. Bir sürü şey söyleyeceksin. Bir sürü kelime ile bir sürü cümle kuracaksın. Ve biliyorum bunların çoğu devrik cümleler olacak. Kendini şair zanneden kolpa ruhsuz! Dudakların sürekli oynayacak. Seninkiler oynadıkça, benimkiler birbirine daha çok sarılacak. Tek kelime etmeyeceğim giderken. Ne iyi ne kötü. Bir kere bile ayrılmayacak o birbirine sarılmış olan dudaklar. Ben sustukça sen daha çok sinirleneceksin, daha çok konuşacaksın, daha çok sıkıştıracaksın beni. Bana ister kararlı ister inatçı de... O dudaklar bir kere bile oynamayacak. En sonunda pes edeceksin, susacaksın. Ve belki de son kez birlikte bir şey yapacağız; susacağız. Bir süre susacağız işte, o sürede sessizlik kendi kendini büyütecek. En sonunda aramızdaki kocaman sessizlik, eğreti bir biçimde havada asılı kalacak. Bir şey demeyeceğim, bir şey demeyeceksin.

       Ben gideceğim. Giderken sadece tek bir şey yapacağım. Sana, gözlerinin ta içine öyle bir bakış atacağım ki olduğun yere çivileneceksin. Sen bile nefret edeceksin kendinden. Zaten küçülmüştün, o bakışı yemenle daha da küçüleceksin. Ben giderim oğlum; ardımda o küfür gibi bakışı bırakır giderim. 

       Haa, bu arada hatırladım o olamadığım oyuncağının adını;  yoyo!




Murat Cemcir:
Olay Aşkın değil Ahmet’ciğim ya ben hâlâ saflığımdan gol yiyorum ya ona yanıyorum. Hacı abi öyle kolay değil işte ya. Ben bu hayatta çok çelme yedim Ahmet. Hem de en sevdiklerimden lan. Sıradan insanlar değil yani. Hani dönüp de böyle “Napıyosun lan sen napıyosun lan sen!” diyemeyeceğim kıyamayacağım insanlardı kardeşim. Ben bazen böyle kör olacak kadar çok seviyorum napim. Göremiyorum ki hiçbir şeyi. Karşımdaki canavarlar gözüme o kadar sevimli gözüküyorlar ki kardeşim. Sen onlara bir de benim gözümden baksan. Oğlum ben geçen seneye kadar dünyada gerçekten kötü bir insan olabileceğine inanmazdım ya. Yemin ediyorum bak. Ama işte gözümle gördüm. İkna oldum. Sen şahitsin. İnsan işte gerçekten kötü olabiliyormuş kardeşim. Sebep sonuç ilişkisi aramana gerek yok Ahmet. Olabiliyormuş. Aga, canımızı yakarlar kardeşim kendine dikkat et bak. Bunu yaparken de o kadar büyük zevk alırlar ki var ya. Sen ben dönüp orta hakeme bakmayız bile. Niye biliyor musun? Çünkü bizim için o apaçık penaltıdır. Ama onlar oynamaya devam ederler işte. Sen tevazu yaparsın, onlar gerçek zannederler. Sen, aman efendiliğimi bozmayayım onca yaşanmışlık var dersin, onlar pusuyorsun zannederler. Dedim ya kardeşim onlar için bu sadece bir oyun ya. Ama senin benim için öyle değil ki oğlum ya. Bu bizim hayatımız bu bizim gerçeğimiz lan. Haliyle işte ben de herkese karşı önyargılıyım kardeşim gitti bitti işte oğlum. Etrafımda 3-5 tane adam kaldınız lan ben de o yüzden size sıkı sıkıya sarılıyorum işte. Kardeşim gözünü seveyim bak kendine dikkat et Ahmet sen benim için çok değerlisin ya yemin ediyorum bak. Kardeşim diyorum oğlum daha ne diyeyim a. k. ya. Takma sen de kafana böyle şeyleri ya.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Bir Ölü Kadın

      Kafasına sıkacağı kurşunun dayanılmaz bir acı vereceğini düşünürdü hep Az önce dede yadigarı, fazlaca antika olan bir silahla bu durumu tecrübeye tabi kıldı. Önce işaret parmağını kuvvetlice tetiğe bastırdı, daha sonra silahın patlamasını duyar gibi oldu. Duymaktan çok hissetti aslında. Çünkü onun gibi kadınlar en karmaşık fizik problemini bile hissederek çözerlerdi. Beyinleri ile kalpleri birer dişli çarkmışçasına birbirlerine geçmiş kadınlar...

       Çok acı çekeceğini düşünürdü hep. Adına hayat denen şeyden daha şiirsel ve nitelikli bir boyut olan ölüme geçişin acılı olacağını düşünürdü. Ona göre ne de olsa "daha iyiye gitmek" ile ilgili olan her şey zor ya da acılı olmalıydı. Fakat hiç de düşündüğü gibi olmadı. Hatta o bunu hissetmedi bile. En büyük hayali/planı ölmek olan birisi olarak, şampanya rengi duvarın üstüne dağılmış beyninin oluşturduğu sanat eseri ona yetmeliydi. Ne de olsa onun bu eseri - ona ister iyiliği ister kötülüğü dokunsun, onu ister tanısın isterse tanımasın - göre herkesi acıyla büyüleyecek güçteydi.

       Ve bu ölü kadın için, en azından bu kafiydi.

30 Temmuz 2012 Pazartesi

Bok

       Kötü kokusu mudur insanları boktan tiksindiren? Bebek de ilk çıktığında dışarı, kötü kokmaz mı? İnsanın içi pistir; içinden çıkan da. Pisliğimizle doğuyoruz şu dünyaya. Sonuçta bebek de bok da insanın içinden çıkma. 

28 Temmuz 2012 Cumartesi

uğultu

Her şeyin içine bir tutam aşk katarak durumu dramatize eden insanoğulları kadar acizim. Aşka inanmayarak, hiçbir yere ait olmayarak, akıntıya kürek çekemeyecek kadar yorgun bir halde hayatı seyrediyorum, kendi hayatımı. Yaşamak gerçekten fiili bir olgu olsaydı, sigarayı bırakıp beni yerime yaşayacak birini tutardım. Ben de Ege'ye gidip biraz kafa dinlerdim. Minik bir kıpırtı, bir heyecan için çok uzun zamandır bekliyorum. Geçen gün ağladım, hem de çok. Sonra durdum, düşündüm ve mutlu oldum. Yaşıyormuşum aslında, yani nefes almak dışında herhangi başka bir şey yapabiliyormuşum.  Kulağımdaki uğultu az da olsa hafifliyor. Kalkıp bir sigara yakıyorum, bir kadeh rakı dolduruyorum. Anasonun o çirkin kokusundan tuhaf bir zevk duyuyorum. Kadeh kaldırıyorum karanlığa, karanlık da bana. Karanlık üste vuruyor kadehi, ne de olsa sofranın kıdemlisi o. Dudaklarım kadehle kucaklaşıyor, kadeh dudaklarımla. Sımsıkı sarılıyorlar, içten. Anasonlu su boğazımdan salınarak geçiyor; şemsiyesi dantelli, eldiveni saten, peçeli bir kadın gibi. Geçtiği yerlerde kokusunu bırakıyor, tenin gibi. Elimi uzatıyorum küllüğe doğru, acele etmeden. İstesem de edemem zaten, yorgunum. Bir nefes çekiyorum, kadın heyecanlanıyor. Sonrası keyifli, güzel. Birbirlerini yıllardır görmemişçesine, kilometrelerce koşup ipi göğüslemişçesine coşkuyla sevişiyorlar. Koskoca bir bulut beynimi kaplıyor. "Aşk" diyor, "sadece bir yanılsama." Tebessüm edip hafifçe kafamı sallıyorum. Bildiğimi o da biliyor.

Evgeny Grinko - Вальс





Gözünü kapat ve karanlığa bırak kendini. Orada boğul.

kural 1

Gelme. Benim olduğum yöne atma adımlarını. Seni düşündüğümden değil, kendimden başkasını düşünmem ben. Hem duvarlarım var benim, rengarenk boyadığım, dikkat çekmesin diye. Duvarlarımı yıkma. Tek başıma iyiyim ben burada. Sevgilere karnım tok, sevme. Duvarlarımı yıkmaya çalışırsan canını yakarım. Alışamam değişikliklere, çok yorgunum. Bozma düzenimi, acıtırım. Bu acıtma senin bildiğin, daha önce deneyimlediğin gibi bir acıtma değil; etinde hissedersin kızgın ateşin yakıcılığını. Birimizden birinin kötü olması gerek. İnsanın kötü olması için de canının yanmış olması lazım. Ben çok kolay kötü olurum, acımam. Ne benim canım yanar, ne senin canının yanışını umursarım. Biri kötü olacaksa sen kötü olursun. Önce canın yanar, sonra kötü olursun. Yada kötü olan ben olurum, yine senin canın yanar. Bana bir şey olmaz,benim duvarlarım var. Benim olduğum tarafa doğru gelme. Kuzeye git mesela, Karadeniz'e. Mis gibi deniz havasını çek içine, yemyeşil manzaraya karşı bir sigara yak. Ya da Doğu'ya git, sonsuz uzunluktaki çorak topraklara bas çıplak ayak. Dur dur aklıma ne geldi; sonbaharı bekle. Akdeniz sonbaharda çok sakin olur. Sahilde köpeklerle koşturur, gece de çıplak denize girersin. Sana son kez söylüyorum; gelme. Kötü olur.

Damien Rice- Woman Like A Man






çelişkili, tahrik edici, korkutucu, kışkırtıcı ne ararsanız var. canımsın Damien!

Kayalık Olmak...

       Hafif hafif dalgalar... Dalgalar, huzursuz ölü ruhlar gibi kımıl kımıllar. Sanki bir şeyler vurmak istiyorlar dışarı. İçindekileri atamadıkça oluşan hırsla ve rüzgarın da şişirmesiyle daha da büyüyüp şiddetle çarpıyorlar kayalıklara. Her çarpışlarında, bir parça daha götürüyorlar kayalıklardan. Daha da aşındırıyorlar onları. Sanki kayalıkların derdi yok mu? Vardır elbet... ama kayalıklar da söyleyemezler dertlerini. Onlar da dalgalar gibi içlerinde yaşarlar sıkıntılarını, acılarını. Ama kayalıkları dalgalardan ayıran özellik; hiçbir şey yapamayışları, orada öylece "taş" gibi durup bekleyişleri. Her gün ölüme biraz daha yaklaşmak, beklenen bir ölüme, işte budur. Ne geleceğini bilmemek, kestirememek ama başına gelebilecek her şeye razı olmak, sessizce ve olgunlukla kabul edebilmek.

       Rüzgar gibi olmayı isterler miydi bilinmez. Rüzgar hırçındır ve sinirlendiğinde vurur kasırgasını, yıkar geçer ortalığı. Tutmaz biriktirmez içinde. Atar hemen dışarı, rahatlar. Dalgaları da gaza getirir, bu yüzden onlara ön ayak olur. Ama ya kayalıklar?

       Yapacak bir şey yok kayalıklar için. Onlar alışkınlar bu halde yaşamaya. Dedim ya; "sessizce ölümü bekliyor aslında kayalıklar..." diye... "Yaşayan ölüler" diye... Belki de yanılıyorumdur, aslında onlar yaşadıklarını sandığımız ölülerdir. Çoktan ölmüşlerdir ama kimsecikler farkında değildir. Bundandır dalgaların her kayalıklara çarpışlarında, onlardan bir parça götürebilmeleri.

       Çoktan ölü onlar ama kimse farkında değil. Kimsenin umurunda değil. Bunun içindir ki yalnız değil; bir başınadır kayalıklar!